4 Nisan 2011 Pazartesi
HER DİLDE İSTANBUL
İstanbul'un ilk adı Latince'de (Makedonya)dır.Kurucusu Yanko olduğu için Süryanice'de
(Yankoviçe)dir.İskender'e nisbet olarak (Aleksandre),ondan bir müddet sonrada (Pozanta)dediler.
Yahudi dilinde bir müddet (Vezendone) , Frenkler (Yağfuriye) ve Kostantin yaptıktan sonra da (Pozantiyam) ve (denmiştir.Nemse (Avusturya dilinde (Kostantinapol), Ruslar (Tekfuriye) derler.
Ağrık(Rumca) dilinde (Granduye) .Macarca 'da (Vizenduvar) ,Lehçe'de (Kanatorya), Leh dilinde (Alyana),İsveç dilinde (Harakliyan) , Flemenk dilinde (İstefenya) Frank (Ağrandone),Portekiz dilinde (Kostiye)
Arap dilinde ( Kostantiniyye-i Kübra),Fars dilinde (Kayser-i zemin), Hindçe'de (Taht-ı Rum), Moğolca'da (Çakdurga), Tatar dilinde (Sakarya), Osmanlı dilinde (İslambul) denir.(Galgala-i Rum) adıyla da şöhret bulmuştur.
3 Nisan 2011 Pazar
KATİBİM-ÜSKÜDAR'A GİDERİKEN......
İkinci Mahmut (1808-1839)devrinde askerlere Avrupai kıyafetler giydirilmiş ancak sivil memurlar bu konuda serbest bırakılmışlardır.
Abdülmecid, İstanbul içindeki her memura setre ve pantolon giydirdi, mutaassıp kesim de bu olayı dillerine dolayıp "Gavur mukallitliği" dediler ve pantolonla sokağa çıkmayı iç donuyla çıkmakla bir tuttular, özellikle de genç - eli yüzü düzgün katipler büsbütün dile düştüler. Kırım harbinde müttefikimiz olan İngilizlere Selimiye kışlası hastane olarak tahsis edilmişti.
İngiliz ordusundaki İskoç alayını kısa eteklerle gören halk bu askerlere "donsuz asker" lakabını takmıştı. Bu alay şarka hareket ederken, bir İskoçyalı bestekar bu birlik için bir marş besteledi. Bir İstanbul külhanisi de Selimiye Kışlasının Üsküdar yolu üzerinde olmasından esinlenerek ve "donsuz asker"ler için yazılan marşın müziği kullanarak katiplerle dalga geçmek için "Üsküdara giderken..." türküsünü yazdı.
| Bu konuda, Prof. Dr. Beynun Akyavaş’ın, Sultanîyegâh İstanbul’ kitabında bilgiler verilmektedir. Buna göre, Şarkının kahramanı olan kâtibin ismi Aziz Mahmud Bey’miş ve Üsküdar Adliyesinde başkâtip olarak görevi varmış. Evi’de Üsküdarda Solak Sinan mahallesinde eski adı, Tekke içi, yeni adı Kâtibim Aziz Bey olan sokaktadır. Evin tam karşısındaki harap olup gitmiş tekkenin yanında bir aile kabristanı varmış. Kabristanın altı mahzenmiş ve bu mahzene artık yeri belli olmayan bir kapıdan girilebiliniyormuş. Burada Aziz Mahmud Bey ve yakınları medfun imiş... |
Bu kabristana yetmiş - seksen sene evvel, son olarak Aziz Mahmud bey defnedilmişse de, onun mezartaşı daha sonra alınarak oğlu Sadi Sarp yalçının Karacaahmed’deki kabrinin başına konulmuş.
Elli altı yaşında bu dünyadan ayrılan Aziz Mahmud Bey boylu poslu, burma bıyıklı, yakışıklı mı yakışıklı bir zat imiş. Hele o yeşil gözleri... Aziz Mahmud Bey yakışıklılığının ve yeşil yeşil bakan gözlerinin kurbanı olup tam 17 kez evlenmiş.
Ünlü şarkının güftesini yazan Seyyide Hanım isimli eşi imiş. Bu hanım bir paşa ile evli ve Yoygar Hamza’daki köşklerinde otururken Aziz Mahmud beye sevdalanmış ve kâtip benim, ben kâtibin el ne karışır’ diyerek eşinden boşanır ve Aziz Mahmud beyle evlenir.
Söylenenlere göre, müttefik askerlerin İstanbul'da bulunduğu yıllarda; hafif eğik fesi, bembeyaz kolalı gömleği, setre pantolonu, parlak potinleri ile bir katip dikkat çeker. Hafiften yağan yağmur, kaldırım taşları arasında küçük birikintiler oluşturur ve katibin eteği çamurlanır. Üsküdar İcra Dairesi'ndeki işine yetişmek için her gün acele adımlarla iskeleye inen katibin gözleri mahmurdur aynı zamanda. Ne var ki, önünden geçtiği kafeslerin, cumbalarının arkasından gizli gizli seyredilen katip, pek çok kişinin gönlünde taht kurar. İşte bu katip, boylu poslu, burma bıyıklı ve yakışıklılığı ile canlar yakan Aziz Mahmud Bey adında bir zattır.
Üsküdar İcra Dairesi Başkatibi olan Katibim Aziz Mahmud Bey, iri yapılı olup ellerinin ve gözlerinin güzelliği ile ünlüdür. Naciye, Esma, Seyyide Ayşe ve Fatma isimli hanımlarla evlenen Aziz Bey, 52 yaşında vefat eder. Seyyide Ayşe Hanım'ın, Hasan Rıza Paşa'nın cariyesi olduğu ve Paşa'nın vefatından sonra Aziz Bey ile evlendiği söylentisi halk arasında yaygındır. Hatta "Katibim" türküsünün güfte ve bestesinin Seyyide Ayşe Hanım'a ait olduğuna inanılır. "Katibim" türküsü, yerli yabancı müzikolog ve antropologların da ilgisini çekmiş, bu türkünün hangi millete ait olduğu üzerine |
Bazıları "Katibim"in Bayburt türküsü olduğunu, bazıları da Arap şarkısı olduğunu söylemiştir. Ancak nereye dayandırılırsa dayandırılsın, bu türkünün sözlerinin bir bayan tarafından yazıldığı kuvvetle muhtemel.
Daha sonraları çalgılı küçük konsol saatleri çıktı. Bu saatler ilk olarak Türkiyeye İskoçyadan geldi ve İskoçlar bu saatlere aynı marşın müziğini koymuşlardı. Bu saatler İstanbulda "Katibim Türkülü Saat" adı altında satıldı ve neredeyse almayan kalmadı.
Katibim’ deyince nedense ilk akla gelen kişi Zeki Müren’dir. Katibim isimli bir film çevirmiş olmasından ötürü mü yoksa kolalı, yüksek yakalı, bembeyaz gömlekler, işlemeli yelekler, arap boyası ile boyanmış siyah topuklu potinler, yuvarlak camlı küçük okuma gözlükleri, kırmızı atlastan bir kuşak, yine kırmızı atlastan şık bir papyon, elde özel desenlerle süslenmiş baston, başta püsküllü kırmızı bir fes içinde tam bir eski İstanbul Beyefendisi gibi durmasından mıdır bilinmez, hepimizin ilk aklına düşen ‘Katip’ görüntüsünde mutlaka yer alır ‘Katibim’ şarkısı kadar meşhur sanat güneşimiz.
1951 yılında memleketimize gelen ünlü siyahi kadın şarkıcı Ertha Kitt, Pera’da duyup hayran kaldığı bu şarkıyı Amerika’ya götürüyor, bütün dünyaya tanıtıyor ve iki yıl içinde şarkı bütün Amerika’yı dolaşıp, bir plak halinde ülkemize dönüyor. Aman yarabbi, yer yerinden oynuyor. O zamanlar gazinolarda sahne alan tüm şarkıcılar bu şarkıyı ekliyorlar repertuarlarına. İstanbul’un dört bir yanından aynı ezgi yükselmeye başlanıyor; ‘’ Katip uykudan uyanmış gözleri mahmur, Katip benim ben katibin el ne karışır, Katibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır….’’
Bu sefer bir kaos oluşur. Herkes parçayı sahiplenmeye başlıyor. 1961’de kurduğu Twisters isimli grupla Arap dünyasını elektro gitar, bas gitar ve davul gibi modern müzik aletleriyle tanıştıran Iraklı İlham Al Madfai “Katibim” adlı şarkının, Iraklı bir besteciye ait olduğunu iddia eder. Balkanlar ayaklanır ‘Katibim’ bizimdir diye. Kimisi de anonim olduğunu iddia eder. Herkes parçayı kendine mal etmeye çalışır.
Bu sefer bir kaos oluşur. Herkes parçayı sahiplenmeye başlıyor. 1961’de kurduğu Twisters isimli grupla Arap dünyasını elektro gitar, bas gitar ve davul gibi modern müzik aletleriyle tanıştıran Iraklı İlham Al Madfai “Katibim” adlı şarkının, Iraklı bir besteciye ait olduğunu iddia eder. Balkanlar ayaklanır ‘Katibim’ bizimdir diye. Kimisi de anonim olduğunu iddia eder. Herkes parçayı kendine mal etmeye çalışır.
2 Nisan 2011 Cumartesi
KANDİLLİ YÜZERKEN UYKULARDA.....

Kandilli İstanbul'un Üsküdar ilçesinin en kuzeyinde Boğaziçi kıyısında bulunan bir semt.Anadoluhisarı ile Vaniköy arasında. Kandilli semtinin adının nereden geldiğine dair şöyle bir rivayet bulunuyor:Burada Dördüncü Murat Revan Seferine(1635) hazırlanırken bir saray yaptırır
Sarayın yapıldığı yare Kandilli Bahçe denir
Saray eskiyence Birinci Mehmet bu sarayı yeniledi
Bu saraya ve çevresindeki semte Nevabad adı verilir
Nevabad Sarayının Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından onarılması 1718 yılına rastlar
Dördüncü Murat 1632’de Revan Seferinden dönünce burada bir şehzadesi dünyaya gelir
Yedi gün yedi gece kandiller yaktırıp şenlikler yaptırır
Kandilli adının buradan geldiğidir.
Bir başka rivayet ise; Kandilli’de bir deniz Fenerinin bunmasından ötürü Kandilli adının verildiğidir.
Semtte sahil boyunca uzanan yalılardan bazıları Kıbrıslı Yalısı, Abud Yalısı, Kont Ostrorog Yalısı,Hadi Semi Yalısı ve Edip Efendi Yalısı'dır.
Hadi Semi Bey Yalısı
Kont Ostrorog YalısıKandilli adı ile özdeşleşen biryer Kandilli Kız Lisesi diğer yer ise Kandilli Rasathanesidir.
Kandilli Kız Lisesi: İstanbul’un en güzel tepelerinden biri üzerinde bulunan Kandilli Kız Lisesi’nin yeri,tarihi kayıtlara göre Sultan I.Mahmut ile Şeyhülislam Vani Mehmet Efendi Vakfıdır. Bina, Sultan Abdülaziz (1830 – 1876) tarafından kız kardeşi Adile Sultan için yazlık ikametgah olarak yaptırılmıştır.Adile Sultan Sarayı 1914 de hazineye geçmiş ve tapuda Hazine-i Maliye adına tescili yapılmıştır. 1909'dan itibaren kandilli kiz lisesi olarak kullanilmaya baslanmis. uzun yillar istanbul'un ilk kız lisesi olarak egitim ve ogretime hizmet veren saray, 1986'da elektrik kontagindan ciktigi varsayilan bir yangindan sonra kullanilamaz duruma gelmis.2008 yılınde yeniden eğitime başlamıştır.
Kandilli Rasathanesi:21 Haziran 1910'da Türkiye'de astronomi ve jeofizik çalışmalarının öncülerinden biri olan Fatin Hoca (Gökmen)'yı yeni kurulacak olan rasathanenin müdürlüğüne tayin ettiFatin Gökmen rasathanenin kuruluşu için bugünkü Vaniköy üzerindeki İcadiye tepesini uygun görmüştür.
O zamanlar bu tepede eski İcadiye Kasrı'nın arazisinde bulunan Boğazlar Komutanlığı'na bağlı bir topçu birliğinin yanısıra, İstanbul Şehremaneti'ne bağlı köşkçüler (yangın haber veren memurlar) tarafından kullanılan ve bir kâgir kule ile iki odadan oluşan bir bina bulunmaktaydı. Bunun dışında, atların barındığı bir ahırdan başka bina yoktu. Eylül 1910'da eski sakinleri burayı boşaltmaya başladılar, Milli Eğitim Bakanlığı'nca verilen 500 altın lirayla mevcut binanın tanzimine başlandı ve Fransız Meteoroloji Birliği Müdürü Prof. Dr. Angot ile temasa geçilerek, birinci sınıf bir meteoroloji istasyonu için gerekli aletlerin siparişi verildi.
1926 yılında ilk deprem kayıt sistemi kurulmuş, bu sistem 1948 yılında geliştirilerek yenilenmiştir.

Leman Sam'ın Kandilli Şarkısıda pek güzel anlatır Kandilli'yi.
Timur Selçuk'un dizelerinde de ayrı bir tat vardır Kandilli adına....
Kandilli yüzerken uykularda
Mehtâbı sürükledik sularda…
Mehtâbı sürükledik sularda…
Bir yoldu parıldayan, gümüşten,
Gittik…Bahs açmadık dönüşten.
Gittik…Bahs açmadık dönüşten.
Hulyâ tepeler, hayâl ağaçlar…
Durgun suda dinlenen yamaçlar…
Durgun suda dinlenen yamaçlar…
Mevsim sonu öyle bir zaman ki
Gaaip bir mûsıkîydi sanki.
Gaaip bir mûsıkîydi sanki.
Gitmiş kaybolmuşuz uzakta,
Rü’yâ sona ermeden şafakta…
Rü’yâ sona ermeden şafakta…
31 Mart 2011 Perşembe
KIZ KULESİ (MARMARANIN GÜZEL KIZI)
İstanbul‘un ve Üsküdar’ın sembolü haline gelen Kız Kulesi; yalnızlığın, aşkın ve ulaşılmazlığın da sembolü olmuştur. Kule için onlarca şiir yazılmış, yüzlerce resim yapılmış ve binlerce fotoğraf çekilmiştir. Alımlı, sevdalı ve denizin ortasında bir başına ve yapayalnızdır.
Kız Kulesi, Asya ile Avrupa’nın keşiştiği bir noktada yer alır. İstanbul Boğazı’nın Marmara Denizi’ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş yapıdır. Boğazın ortasına bir taş tümseğe oturtulmuş bir kuledir. İki kıta arasındaki konumu sebebiyle dünyada eşi benzeri olmayan yapılar konumundadır.
Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. M.Ö. 2475 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule, Karadeniz’in Marmara ile kucaklaştığı yerde minicik bir ada üzerinde kurulmuştur. Tarihi yarımadayi Üsküdar kıyılarından seyretmeyi sevenler, İstanbul panoramasının Kız Kulesi’yle nasıl bir renk ve canlılık kazandığını bilirler. Tarihin eski dönemlerinden beri bilinen bir mevki olan Kız Kulesi, sadece estetik zerafetiyle değil, efsaneleri ve anılarıyla da İstanbul’u zenginleştiriyor.
ız kulesi İstanbul boğazı girişindeki kayalık üzerine kurulmuş küçük, şirin bir kuledir. İstanbul’un sembollerinden birisidir. Tarih içinde gözetleme kulesi, deniz feneri olarak kullanılmış, istanbul boğazı girişini belirten bir mihenk noktasıdır. Geçen yuzyıldaki görüntüsünü koruyan kule turizme tahsis edilmiş lokanta ve seyir balkonu ile servis vermektedir. Suların, karasevdanın ve söylencelerin gizemini taşıyan Kız Kulesi, istanbul'un en romantik ve gizemli mekanlarından biri. Alımlı, sevdalı ve denizin ortasında bir başına, yapayalnız... Kendi kendine yeten bir tarihe sahip olan mekan, yüzyıllardır anlatılan efsaneleriyle de bir ilgi odağı. Kızkulesi efsaneleri:
1- Ovidius'un kaydettiği bir aşk hikayesi. Zamanında Üsküdar sırtlarında Tarnıça Afrodit adına bir tapınak vardır. Hero'da genç kızların görev yaptığı bu tapınağın rahibelerindendir.
Kulede kumrulara bakmakla görevlidir. Aşka yasaklıdır. Her ilkbaharda doğanın uyanışı adına tapınak çevresinde törenler yapılır, çevre şehirlerden insanlar akın akın tapınağın çevresine gelir, yenilir içilir, aşkı bulamayanlar Afrodit'e mabedinde yakararak aşkı yaşayabilmek için yakarırlar. Boğazın karşı kıyısında oturan Leandros'ta bu törene katılmak için tapınağa geldiğinde Hero'yla karşılaşır. Birbirine aşık olan iki genç, Leandros'un gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar. Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına tanıklık eder. Leandros'un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde kıskanç bir rahip feneri söndürür. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğazın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi'nden Boğazın sularına bırakır.
Kulede kumrulara bakmakla görevlidir. Aşka yasaklıdır. Her ilkbaharda doğanın uyanışı adına tapınak çevresinde törenler yapılır, çevre şehirlerden insanlar akın akın tapınağın çevresine gelir, yenilir içilir, aşkı bulamayanlar Afrodit'e mabedinde yakararak aşkı yaşayabilmek için yakarırlar. Boğazın karşı kıyısında oturan Leandros'ta bu törene katılmak için tapınağa geldiğinde Hero'yla karşılaşır. Birbirine aşık olan iki genç, Leandros'un gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar. Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına tanıklık eder. Leandros'un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde kıskanç bir rahip feneri söndürür. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğazın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi'nden Boğazın sularına bırakır.
2- Kleopatra'nın sonuna benzer bir sonun anlatıldığı yılan hikayesidir. Kehanete göre Makedonya Kralı Filip’in İstanbul’a saldırma ihtimaline karşı, Atina krallığı, İstanbul’u korumak üzere Amiral Hares komutasında 40 gemi gönderir. Hares’in çok sevdiği eşi Damalys öldüğünde, amiral, eşini buradaki kayalıkların içine oydurduğu bir mezara defneder. Bizans dönemiyle ilgili efsane de, eski Yunan hikayesindeki gibi “acı son”la biter. Falcılar, Bizans imparatoruna, "Sevgili kızını, yılan sokacak ve ölecek" derler.
3- dönemiyle irtibatlandırıbilecek Battal Gazi efsanesinde ise 'mutlu son' var. Battal Gazi, Üsküdar Tekfuru'nun kızına aşık olunca, Tekfur, kızını burada yaptırdığı kuleye hapsediyor. Bunu öğrenen Battal Gazi, kuleyi basarak Tekfur’un kızını kaçırıyor.
4-Evliya Çelebi'nin hikayesi ise Osmanlı döneminde geçiyor. Çelebi, Sultan Bayezid-i Veli zamanında, Kız Kulesi'nde yaşayan bir velinin, her gün cübbesinin eteklerini toplayıp denizin üstüne oturarak Sarayburnu’na gittiğini ve Sarayda Padişah’a ders verdiğini anlatıyor.

Kız Kulesi 2000 yılında restore edilerek, ziyarteçilerini lezzetli yemekler ve içecekler eşliğinde zaman geçirebileceği bir mekân haline dönüştürülmüştür. Kız Kulesin’de; kahvaltı, Fast Food tarzı yiyeceklerin yanı sıra asma katta belirli saatlerde yemek servisi alabiliyorsunuz. Kız Kulesi’ne ulaşım Salacak ve Ortaköy’den sandallarla yapılmaktadır.
29 Mart 2011 Salı
İSTANBUL'U DİNLİYORUM
Bir başkadır İstanbul...Bir başkadır İstanbul'da yaşamak.İlk İstanbul'a tayin olduğumuzda Aman yarabbi naparım bu koca şehirde?" diye ağlamıştım.Ama geçen zaman şunu öğretti bana;İstanbul'a gelen ağlıyor ama gideceği an gelince de gene ağlıyor..Böylesi bir şehir İstanbul.Keşfedilmeyi bekliyor,yaşanmayı bekliyor,sevilmeyi bekliyor,iltifat bekliyor,gülmeyi bekliyor,ağlamayı bekliyor,naz yapacak birilerini bekliyor...Yani İstanbul bir kadın duygusallığında kucak açıyor herkese.......
İstanbul'u anlatan pek çok yazı,şiir,resim,film,şarkı olsa da herbirinde ayrı bir İstanbul var.Bugün paylaşmak istediğim Orhan Vel'nin İstanbul'u Dinliyorum şiiri....
İstanbul'u anlatan pek çok yazı,şiir,resim,film,şarkı olsa da herbirinde ayrı bir İstanbul var.Bugün paylaşmak istediğim Orhan Vel'nin İstanbul'u Dinliyorum şiiri....
Kaydol:
Yorumlar (Atom)









